YAŞAM 

TANIDIN MI BENİ?

Antik çağların acılarından, kör kuyuların yankılarından, deli divane çağlayan suyun çırpınışından, dumanı göklere yükselen yangınların içinden geliyorum.

Telaşla havalanan serçenin kanadından, yapraklarını dökmüş, çırılçıplak kalmış bir bozkır ağacının dalından, mehtabın altında tutuşmuş gönüllerin sesinden, kızgın çöllerde yolunu kaybetmiş Mecnunların ayak izinden geliyorum ben.

Tanıdın mı beni?

Sürgünlere yollanan halkların türkülerinden, destanlarından süzüldüm. Marşlarla yankılanan sokaklardan, ayaklanmalardan ve devrimlerden geliyorum ben.

Diyar diyar dolaşan gam yüklü saz ustalarının tellerinden, meydanlarda halay çeken kalabalıkların ezgisinden, “Hu” çeken dervişlerin nefesinden geçiyorum ben.

Sandık diplerine saklanmış sararmış fotoğrafların hüznünden, titrek bir mum ışığının altında kâğıtlara dökülen sözcüklerin dilinden geliyorum ben.

Göğsünde biriktirdiği öfkesini soğuk duvarlara kazıyanların, sevdasını kuru ağaç gövdesine haykıranların kaleminden taşıyorum ben.

Tanıdın mı beni?

Uğruna ilk kanın döküldüğü, şehirlerin yakılıp yıkıldığı kadim günahlardan geliyorum ben.

Dünyanın kurulduğu, yerle göğün ayrıldığı, ilk gözyaşının döküldüğü zamanlardan akıyorum ben.

Yanıp tutuşan Kerem’in küllerinden, dağları delen Ferhat’ın gürzünden, dillere düşen Züleyha’nın kederinden geliyorum ben.

Aşkım ben; yani acı, yani yara, yani yangın…

Her yerde arama beni boşuna. Ben; kendinden taşanların, kor kor yanıp kavrulanların, odalara sığmayanların ülkesinden geliyorum.

İşte; şimdi tanıdın beni, yani aşkı? Peki, bulabildin mi beni?

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar